

Tıbbi müdahaleler, bireylerin sağlık sorunlarını teşhis ve tedavi etme amacıyla gerçekleştirilen, hem hayat kurtarıcı hem de hukuki sonuçlar doğurabilen uygulamalardır. Özellikle kamu hastanelerinde yapılan tıbbi müdahalelerde, hasta ile hastane arasında özel hukuk ilişkisi değil, kamu hukuku ilişkisi kurulmakta; dolayısıyla yaşanabilecek zararlar bakımından idare hukuku kuralları geçerli olmaktadır. Bu bağlamda hekim sorumluluğu, kamu hizmeti kapsamında değerlendirilmekte; malpraktis, komplikasyon ve tıbbi hata gibi kavramlar ise hem hasta haklarını hem de idarenin sorumluluğunu doğrudan etkilemektedir.
Bu yazıda kamu hastanelerinde görev yapan doktorların hukuki sorumluluğu, hastaların karşılaştığı zararlar karşısında idareye karşı açabileceği tam yargı davaları, doktor hatası (malpraktis) ile komplikasyon ayrımı, sağlık hukuku çerçevesinde hekimin yükümlülükleri ve hasta ile doktor arasında kurulan hukuki ilişkiler detaylı bir şekilde ele alınmaktadır. İster bağımsız çalışan bir hekim olsun, ister kamu ya da özel hastane bünyesinde görev yapan bir sağlık personeli; tıbbi müdahalelerin sonuçları, borçlar hukuku, idare hukuku ve hasta hakları açısından farklı sorumluluk rejimlerini gündeme getirmektedir. Aradığınız tüm bilgiler bu kapsamlı içerikte yer almakta.
Kamu hastanelerinde görev yapan sağlık çalışanlarının büyük bölümü, özellikle hekimler, kamu personeli statüsünde çalışmaktadır. Bu nedenle kamu hastaneleri ile hastalar arasında özel hukuk değil, kamu hukuku ilişkisi doğar. Kamu hastanelerinde gerçekleştirilen tıbbi müdahalelerden kaynaklanan zararlarda idare hukuku kuralları devreye girer. Bu kapsamda çalışmada; tıbbi müdahale kavramı, komplikasyonlar ve malpraktis gibi hekim hataları detaylı şekilde ele alınmakta, hekimlerin farklı statülerdeki hukuki sorumlulukları incelenmektedir. Ayrıca, tıbbi müdahaleden kaynaklı zararlarda idareye karşı açılan tam yargı davalarının koşulları ve hekimin yükümlülükleri açıklanarak kamu sağlık hizmetlerinde hukuki sorumluluk çerçevesi ortaya konulmaktadır.
Tıbbi müdahale, hekim tarafından hastanın tedavisi amacıyla doğrudan ya da dolaylı olarak yapılan her türlü teşhis ve tedavi uygulamasını kapsar. 1982 Anayasası'nın 17/2. maddesine göre, kişinin vücut bütünlüğüne tıbbi zorunluluklar ve yasal düzenlemeler dışında müdahale edilemez; rızası olmadan bilimsel deneylere tabi tutulamaz. Geleneksel olarak tıbbi müdahaleler hastalık veya kazaya bağlı durumlarda yapılsa da günümüzde koruyucu sağlık hizmetleri ve estetik amaçlı başvurular da önemli yer tutmaktadır. Estetik cerrahi gibi tıbbi uygulamalar da bu müdahale kapsamına dâhildir.
Tıbbi müdahaleler, doğası gereği belirli riskleri beraberinde getirir. Bu risklerin bir bölümü, hekim tüm dikkat ve özeni göstermiş olsa bile önlenemeyebilir. Bu tür durumlar "komplikasyon" olarak tanımlanır. Komplikasyon, tıbbi müdahale sırasında ya da sonrasında ortaya çıkan istenmeyen ancak kaçınılmaz durumları ifade eder. Komplikasyonlar, tıbbi uygulamanın bir sonucu olup hekimin kusuru bulunmadığı sürece, bu durumdan sorumlu tutulması mümkün değildir. Tıbbi müdahaleye bağlı komplikasyonlar, “izin verilen risk” çerçevesinde değerlendirildiğinde, hekime atfedilecek hukuki sorumluluk doğmaz. Ancak burada önemli olan, hekim tarafından tıbbi müdahalenin mesleki standartlara ve güncel tıbbi bilgiye uygun şekilde gerçekleştirilmesidir.
Tıbbi uygulama hatası ya da yaygın bilinen adıyla “malpraktis”, hekimin bilgi eksikliği, deneyimsizlik, dikkatsizlik ya da meslek kurallarına aykırı davranışı sonucu hastaya zarar vermesiyle ortaya çıkar. Malpraktis, yalnızca hatalı tedavi değil, aynı zamanda gerekli tıbbi müdahaleyi yapmamak ya da geç yapmak gibi ihmallerle de gerçekleşebilir. Türk Tabipleri Birliği Etik İlkeleri'ne göre, hekimlik mesleğinin kötü uygulanması sonucu hastanın zarar görmesi, açıkça malpraktis kapsamına girer. Hatalı teşhis, uygunsuz tedavi yöntemi seçimi, yetersiz bilgilendirme ya da hastanın rızası alınmadan yapılan işlemler, hekimin hem hukuki hem de etik sorumluluğunu doğurur. Malpraktis durumunda hasta, hekime karşı tazminat davası açabileceği gibi, durumun niteliğine göre ceza sorumluluğu da gündeme gelebilir.
Tıbbi müdahaleler sonucunda oluşan zararlar bakımından hekimin hukuki sorumluluğu, görev yaptığı kuruma ve hasta ile arasındaki ilişki türüne göre farklılık göstermektedir. Bu bağlamda bağımsız çalışan hekim, kamu hastanesi hekimi ve özel hastanede görev yapan doktorların yükümlülükleri ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Serbest çalışan bir hekimin hastayla kurduğu ilişki genellikle bir “vekâlet sözleşmesi” kapsamında değerlendirilir. Yargıtay içtihatlarına göre bu ilişki, Borçlar Kanunu’nun vekâlet sözleşmesine dair hükümleri çerçevesinde ele alınır. Bu sözleşme türünde hekimin en temel yükümlülüğü, mesleğini “özen borcu” çerçevesinde icra etmesidir. Hekim, hastaya doğru tanıyı koymak, uygun tedavi yöntemini seçmek ve uygulamak, hastayı bilgilendirmek ve rızasını almakla yükümlüdür. Hatalı ya da ihmalkâr bir müdahale neticesinde doğacak zararlar, adli yargı kapsamında Asliye Hukuk Mahkemelerinde tazminat davasına konu edilebilir. Bazı durumlarda, örneğin hastanın acil durumda irade beyanında bulunamayacak halde olması gibi hâllerde, hekimin müdahalesi "vekâletsiz iş görme" hükümlerine dayanabilir. Öte yandan estetik cerrahi gibi bazı tıbbi işlemlerde hekim ile hasta arasındaki ilişki, “eser sözleşmesi” olarak nitelendirilebilir ve bu durumda hekimin belirli bir sonuç taahhüt ettiği kabul edilir.
Kamu hastanelerinde hizmet veren hekimler, kamu görevlisi statüsündedir ve yürüttükleri faaliyetler “idari işlem” veya “idari eylem” niteliği taşır. Bu nedenle kamu hastanesinde yapılan tıbbi müdahale sonucu doğan zararlar, “hizmet kusuru” kapsamında değerlendirilir. Anayasa’nın 129. maddesi ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu (İYUK) hükümleri gereği, kamu görevlilerinin görev sırasında işledikleri kusurlardan dolayı doğrudan hekime değil, ilgili idareye karşı tazminat davası açılır. Bu tür davalar “tam yargı davası” niteliğinde olup görevli mahkeme İdare Mahkemesidir. Yargıtay’ın bazı kararlarında ise kişisel kusur ile hizmet kusuru ayrımı yapılmakta ve ağır kişisel kusur varsa adli yargıda hekime karşı dava açılabileceği kabul edilmektedir. Ancak genel kural, kamu hastanesinde doğan zararlarda idarenin birinci derece sorumluluğu taşımasıdır.
Özel hastaneler, ticari bir işletme olarak özel hukuk hükümlerine tabidir. Ancak sunulan hizmetin sağlık alanına ilişkin olması nedeniyle devletin denetim ve düzenleme yetkisi altında faaliyet gösterirler. 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanunu'na göre özel hastaneler, hastaların yatılı tedavi görmesi, sağlıklarının güçlendirilmesi ya da doğum hizmetlerinin sunulması amacıyla kurulmuş sağlık kuruluşlarıdır. Bu kapsamda, özel hastanede görev yapan hekimin sorumluluğu, hem hasta ile arasındaki sözleşme ilişkisine hem de hastane işletmecisinin organizasyonel sorumluluğuna göre şekillenir.
Hastayla doğrudan sözleşme yapan doktorlar, Borçlar Kanunu çerçevesinde hem sözleşmeye aykırılıktan hem de varsa haksız fiilden dolayı sorumlu tutulabilir. Eğer hasta ile yalnızca hastane arasında bir sözleşme varsa ve doktorla doğrudan bir hukuki bağ yoksa, hasta yaşadığı zarardan ötürü doğrudan hastaneye karşı tazminat talebinde bulunabilir. Bu durumda özel hastane, yardımcı kişi sıfatıyla çalıştırdığı doktorun kusurundan dolayı BK m. 116’ya göre sorumludur. Ancak, doktorun eylemi aynı zamanda haksız fiil teşkil ediyorsa, hastanın hekime karşı da doğrudan dava açma hakkı bulunmaktadır.
Öte yandan, hasta ile hem hastane hem de doktor arasında ayrı ayrı sözleşmeler mevcutsa, bu durum “ilaveli tam hastaneye kabul sözleşmesi” olarak tanımlanır. Böyle bir durumda, hem doktor hem de hastane işletmecisi birlikte sorumludur. Hasta uğradığı zarara ilişkin olarak hem hekimi hem hastaneyi sözleşmeye aykırılık ve haksız fiil hükümleri kapsamında sorumlu tutabilir.
Özel hastanelerdeki tıbbi hatalar nedeniyle açılacak davalarda görevli mahkeme adli yargı organlarıdır ve davalar genellikle Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülür. Bu kapsamda özel hastane, hem işletme kusurundan hem de bünyesinde görev yapan sağlık personelinin hatalarından ötürü hasta karşısında hukuki sorumluluk altındadır.
Kamu hastanesinde görevli bir hekimin gerçekleştirdiği tıbbi müdahale sonucu ortaya çıkan zararlarda doğrudan hekime değil, ilgili kamu kurumuna karşı dava açılır. Bu tür uyuşmazlıklarda “tam yargı davası” açılması söz konusudur ve davalar İdare Mahkemesi nezdinde yürütülür. Anayasa’nın 129. maddesi ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. ve 13. maddeleri uyarınca, kamu görevlisinin görevini ifa ederken işlediği kusurlar dolayısıyla doğan zarardan birinci derecede sorumlu olan idaredir.
Hekimin hasta karşısındaki sorumluluğu, ister kamu ister özel sektörde görev yapsın, yüksek dikkat ve özen borcu çerçevesinde değerlendirilir. Hekim; hastanın tıbbi geçmişini öğrenmek, muayene etmek, tanı koymak, uygun tedaviyi belirlemek, hastayı bilgilendirmek ve onayını almakla yükümlüdür. Ayrıca hasta verilerini gizli tutmak, kayıt altına almak ve gerektiğinde uzman görüşü almak da hekimin etik ve yasal sorumlulukları arasındadır. Buna karşılık, hekimlerin de mesleğini serbestçe icra etme, hastadan iş birliği bekleme ve haklı sebeplerle tedaviyi reddetme gibi hakları bulunmaktadır.
Tıbbi müdahalenin hukuka aykırılığı ve hekimin kusurunun tespiti için zarar, eylem, kusur ve zarar ile eylem arasında nedensellik bağı gibi unsurlar birlikte değerlendirilir. Eğer tıbbi müdahale standartlara uygun yapılmamışsa ve bu durum doğrudan bir zarara yol açmışsa, hekimin eylemi hukuka aykırı kabul edilir. Ancak hastanın açık rızasının alınması, müdahalenin hastanın yararına olması ya da kamu yetkisine dayanılarak yapılması, bu hukuka aykırılığı ortadan kaldırabilir. Mücbir sebep, hastanın kendi kusuru ya da üçüncü kişinin kusuru gibi durumlar ise hekimin sorumluluğunu sınırlayabilir ya da ortadan kaldırabilir.
Tıbbi müdahale neticesinde kamu hastanesinde hastanın zarara uğraması durumunda, zarar gören kişi idare aleyhine “tam yargı davası” açarak maddi ve manevi tazminat talebinde bulunabilir. Anayasa’nın 40. ve 129. maddeleri ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/b ve 13. maddeleri, kamu görevlisinin görev sırasında neden olduğu zararlardan dolayı doğrudan idarenin sorumlu olduğunu hükme bağlamaktadır.
Tam yargı davası açılmadan önce zarar gören hasta veya yakını, zararı öğrendiği tarihten itibaren 1 yıl ve her durumda olay tarihinden itibaren 5 yıl içinde ilgili idareye yazılı olarak başvurmak zorundadır. İdare, başvuruyu 60 gün içinde yanıtlamazsa veya talep reddedilirse, başvuru sahibinin bu tarihten itibaren 60 gün içinde İdare Mahkemesi’ne dava açma hakkı doğar. Bu süreler, hak düşürücü nitelikte olup dikkatle takip edilmelidir.
Davalı, zarara neden olan kamu hizmetini yürüten kurumdur. Örneğin, Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir hastanede meydana gelen tıbbi hatalarda davalı Sağlık Bakanlığı’dır. Üniversite hastanelerinde ise ilgili üniversitenin rektörlüğü davalı olarak gösterilir. Görevli yargı organı ise idari yargıdır; dolayısıyla davalar İdare Mahkemelerinde görülür.
Tam yargı davasında talep edilebilecek maddi tazminat; hastanın yaptığı tedavi masraflarını, iş gücü kaybı nedeniyle oluşan gelir kaybını ve ekonomik geleceğinin sarsılmasından doğan zararları kapsar. Hasta hayatını kaybetmişse, yakınları destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilir. Manevi tazminat ise hastanın yaşadığı acı, elem ve hayat kalitesindeki azalmayı telafi etmek amacıyla talep edilir. Bu davalarda kusurun, zararın ve illiyet bağının ispatı davacıya aittir. Ancak kamu hizmetinin yürütülmesinde ortaya çıkan açık kusurlar durumunda, kusurun varlığı çoğu zaman bilirkişi raporları ile tespit edilir.
1. Tıbbi müdahale nedir ve hangi durumları kapsar?
Tıbbi müdahale, hastalığı teşhis veya tedavi etmek amacıyla hekim tarafından yapılan tüm sağlık işlemlerini kapsar; muayene, ameliyat ve tedavi süreçlerini içerir.
2. Komplikasyon ile doktor hatası (malpraktis) arasındaki fark nedir?
Komplikasyon, tüm özen gösterilse bile kaçınılmaz şekilde ortaya çıkan durumdur; malpraktis ise hekimin ihmal veya hatası sonucu hastaya zarar vermesidir.
3. Kamu hastanesindeki hekim hatasından dolayı kime dava açılır?
Genellikle doğrudan hekime değil, bağlı bulunduğu kamu kurumuna (örneğin Sağlık Bakanlığı’na) karşı idare mahkemesinde tam yargı davası açılır.
4. Tam yargı davası nedir, ne zaman açılır?
Tam yargı davası, idarenin hizmet kusurundan kaynaklanan maddi ve manevi zararların tazmini için açılan davadır. Önce idareye başvurulur; red veya cevap verilmemesi halinde 60 gün içinde açılır.
5. Hekimin hukuki sorumluluğu neye göre belirlenir?
Hekimin sorumluluğu, mesleki özen yükümlülüğüne uygun davranıp davranmadığına, hastayı bilgilendirme ve rıza alma yükümlülüğüne uyup uymadığına göre değerlendirilir.
6. Devlet hastanesinde yaşanan zararlarda tazminat talebi nasıl yapılır?
Zarar gören kişi önce ilgili idareye başvurarak zararının giderilmesini talep eder, sonra gerekirse idare mahkemesinde dava açar.
7. Malpraktis davası ile idareye karşı açılan dava arasında fark var mı?
Evet. Malpraktis davası doğrudan hekime karşı adli yargıda açılırken, kamu hastanelerinde idareye karşı açılan dava idari yargı kapsamında yürütülür.
8. İdarenin sorumluluğu için illiyet bağı nasıl ispatlanır?
Hasta, zarar ile kamu hizmeti arasında uygun bir neden-sonuç ilişkisi olduğunu somut veriler ve bilirkişi raporları ile ispatlamalıdır.
9. Hasta vefat ettiyse yakınları dava açabilir mi?
Evet. Hasta vefat ettiğinde, yakınları hem maddi hem manevi tazminat talep ederek idareye karşı dava açabilir.
10. Hekim kişisel kusurdan dolayı doğrudan dava edilebilir mi?
Eğer hekim ağır kişisel kusur işlemişse, Yargıtay kararlarına göre adli yargıda doğrudan dava açılması mümkündür.
Kamu hastaneleri, topluma sağlık hizmeti sunmak amacıyla kurulan ve kamu idaresi içinde yer alan kurumlardır. Bu kurumlarda görev yapan hekimler, kamu görevlisi statüsünde olup tıbbi müdahaleleri idari işlem veya eylem niteliği taşır. Kamu hastanesine başvuran hasta ile hastane arasında özel hukuk sözleşmesi değil, kamu hukuku ilişkisi kurulmakta; bu nedenle tıbbi müdahale sonucu oluşabilecek zararlar bakımından idare hukuku hükümleri geçerli olmaktadır. Tıbbi müdahaleler, basit teşhis işlemlerinden cerrahi müdahalelere kadar geniş bir yelpazeye yayılır ve hekimin özen yükümlülüğü kapsamında değerlendirilir.
Bağımsız çalışan hekim ile hasta arasındaki ilişki genellikle vekâlet sözleşmesi olarak kabul edilmekte; estetik cerrahi gibi belirli durumlarda eser sözleşmesi niteliği de kazanabilmektedir. Özel hastanelerde ise hasta ile hastane ve doktor arasında farklı türlerde hukuki ilişkiler kurulabilir ve doğacak sorumluluklar buna göre belirlenir. Kamu hastanelerinde ise, tıbbi hatalardan kaynaklanan zararların tazmini için doğrudan hekime değil, ilgili kamu idaresine karşı “tam yargı davası” açılması esastır.
Hekimin sorumluluğu doğrudan sözleşmeye, vekâletsiz iş görmeye ya da haksız fiil hükümlerine dayanabilir. Tıbbi müdahalenin hukuka uygunluğu, hastanın rızasının varlığı, müdahalenin tıp kurallarına uygun yapılması ve kamu yararına gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğiyle ölçülür. Haksız fiil sorumluluğu açısından ise fiil, zarar, kusur ve illiyet bağı gibi unsurların birlikte gerçekleşmesi gerekir. Hukuka uygunluk sebepleri bulunmadığı takdirde, hekimin veya bağlı bulunduğu kurumun sorumluluğu gündeme gelir.
Sonuç olarak, tıbbi müdahaleye ilişkin hukuki sorumluluk hem hasta haklarını koruyacak hem de hekimleri hukuka uygun çerçevede mesleklerini icra etmeye yönlendirecek şekilde dengeli bir yapıya sahiptir. Bu nedenle hem hasta hem de sağlık personeli açısından hak ve yükümlülüklerin doğru anlaşılması, sağlık hizmetlerinin hukuka uygun biçimde yürütülmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.